“Biliyorsunuz benim alanım ekonomi”, “Ben ekonomistim” diye başlayan yolculuk, “Evelallah ekonominin kitabını yazdık” seviyesine yükseldi.
O seviye yükseldikçe Türk Lirası’nın değeri düşüyor.
Maalesef Tayyip Erdoğan kendisini ekonomist olduğuna iyice inandırmış ve bir türlü durmuyor.
Onun ekonomist olduğuna başka inanan var mı, işte bundan şüpheliyim. Bence yok. Ama elden bir şey gelmiyor.
Evet, Tayyip Bey’in “bir varsayım olarak ekonomistliği” bu ülkeden çok şey götürdü.
TL’nin diğer para birimleri karşısındaki son serbest düşüşü ise Türkiye’de yeni bir dönemi başlatacak: Vurgunculuk, karaborsa, katlanmış sefalet…
Dış ticarette fiyat belirleme konusunda güçlük yaşanıyor. Bir sürü iş durmuş vaziyette.
Fiyat belirleme konusundaki sıkıntı iç piyasada da var. Şirketler hangi ürünü kaç liradan satacaklarını şaşırdı.
Piyasa büyük ölçüde dışa bağımlı olduğu için, ürün fiyatlarını sürekli güncellemek farz oldu.
Gıda firmaları bile marketlere ürün verme konusunda tereddütlü.
Bu, hem bir çeşit ürün kıtlığına, hem de stokçuluk ve karaborsa eğilimine kapı aralıyor.
Olan fukara halka oluyor.
Defalarca vurguladık, halk artık beslenemiyor.
Çoğu yabancı sermayenin eline geçmiş olan tavuk-yumurta sektörünün de, o sağlıksız ürünlerini piyasaya sunmama “eylem”i yapacağı konuşuluyor.
Maliyetleri çok yükselmiş, yeterince kâr elde edemiyorlarmış.
Makarnada bile fiyat sıkıntısı var.
Bu durumda gariban millet açık bir gıda tehdidiyle yüz yüze kalıyor demektir.
Maaşlardaki erime öyle bir noktaya vardı ki, dünyanın en düşük asgari ücretleri liginde sürünmeye başladık.
TÜİK ocak ayında devletin yapacağı maaş zammını aşağı çekmek için her türlü cambazlığı yapıyor.
Yani yeni yılda yapılacak maaş zammına bel bağlama ihtimalimiz yok.
Halkın parası pul oldu, gelir mutlak olarak geriledi.
Yaşanan mutlak yoksullaşmanın anlamı şu: Fukara milletin kursağından alınan lokma uluslararası tefecilere, emperyalist mali sermayeye, dev yabancı şirketlere, yandaş müteahhitlere ve tabii ki mevcut iktidardan menfaat sağlayan hantal bürokrasi ile yandaşlara aktarılıyor.
Dikkat!.. Dolar üzerinden garanti ödemelere devam ediliyor. Dış borca dünyanın en yüksek faizini yine biz ödüyoruz.
Yabancı şirketler her yıl kâr transferi yapıp Türkiye’de kazandıkları parayı uçurup götürüyor.
Bürokrasi ve devlet yönetiminde kimse lüks makam araçlarından, türlü türlü maaşlarından, şatafatlı hayatlarından vazgeçmiyor.
Bütün bunlar halkın son lokmalarını da kemiriyor.
Bu düzenin sürdürülebilme ihtimali yoktur.
Ya da şöyle tarif edelim: Tahammül sınırı aşılmak üzere olan halkın tepkisini bastırmak için diktatörlük tedbirleri alınmaksızın bu iktidarın idare edebilmesi mümkün değildir.
Çok açık ifade edeyim: İktisadi, sıhhi ve toplumsal bakımdan berbat bir süreç yaşamaya hazırlıklı olun.
“Sıhhi” de ne ola ki, diye soracaksınız. Şu yaşanan süreç sağlığımızı da mahvedecek. Pek çok ilaç ve tıbbi üründe sıkıntı yaşanacak.
Zaten sağlık ürünleri satan pek çok firma devletten paralarını alamadıkları için batma noktasında. Şimdi tüm ürün ve ilaç kalemlerine yeni kur zamları biniyor.
Halihazırda bir kısım ilacın bulunamadığı söyleniyor. Bunların sayısı çok artacak.
Bu durumla nasıl başa çıkacağız, bilemiyorum.
2020 yılı sonu itibarıyla Merkez Bankası personel sayısı 3 bin 500. Bu kadar insan Merkez Bankası’nda ne iş yapar diye sormayın, bilmiyorum.
Kuşkusuz bu kadar personel içinde ciddi birikim ve deneyim sahibi kişiler vardır. Lakin onlara bir şey danışan olduğunu da sanmıyorum.
Türkiye’deki en “ekonomist” kişi Tayyip Bey olduğundan ve tabii kılavuzu da Yiğit Bulut olduğundan, ekonomideki gidişata kimse müdahale edemiyor.
Merkez Bankası personeli de, yarısı İstanbul Ümraniye’de yarısı Ankara’da mukim dev binalarda oturmuş halde ekonomideki yangını aynen bizim gibi seyrediyor.
Peki ne olacak?
Gidişata müdahale edilemezse Venezuela benzeri bir sürece gireceğiz.
Şimdi Avrupa’ya geçmek için göçmenlerin doluştuğu bir “tampon ülke”yiz, yakında kendi vatandaşlarımız kaçıp kurtulmak için sınırlara dayanacak.
Ya da bu iktidar gidecek ve emekçi halktan yana çok ciddi tedbir ve yaptırımlar uygulayacak cesur bir iktidar gelecek.
Böyle bir alternatif var mı? Bana kalırsa var ama henüz iktidarı alabilecek güçte değil.
İktidarın mevcut alternatifleri, yani Millet İttifakı etrafında toplaşmış irili ufaklı partiler şimdiden iktidar olduklarında neler yapabileceklerinin sinyallerini veriyorlar.
Açıkça vurgulayayım. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemi bana kalırsa bu toplumda tarih boyunca eziyet görmüş tüm kesimlerin devlet adına “helalliğini alma” anlamıyla tercüme ediliyor ama işin bir de “rövanşist olmayacağız” kısmı var.
İşte o kısım epey sorunlu bir kısım.
Kemal Bey’in daha ince verdiği mesajın açığı Ali Bey’de.
Mevcut ekonomik yıkımda ciddi bir paya sahip Ali Babacan, eski partisinin seçmenine göz kırparak, “AK Parti’ye destek veren vatandaşlarımıza sesleniyorum. Hiç kaygınız, korkunuz olmasın. Kazanılmış haklarınızın, helal lokmalarınızın güvencesiyiz. Marjinal bir grup var. Daha muhalefetteyken parmak sallıyorlar, görüyoruz. Merak etmeyin, bu devirler artık bitti” diyor.
Aslında Ali Bey’in partisi kamuoyu yoklamalarına yansıyan mevcut oy oranıyla epey marjinal sayılır ama o “büyük” oynuyor işte…
“Kazanılmış haklar”dan söz ediyor. Bu ülkede “kazanılmış hak” dendiğinde bunun iktidar tarafından ulufe olarak dağıtılmış ayrıcalıklar anlamına geldiğini hepimiz biliyoruz
Bir kısım iktidar vakıflarında hazırlanan listelerle devlete çeşitli düzeylerde “kadro” yapılmış, bürokrat edilmiş, rektör seçilmiş, türlü türlü maaşlar bağlanmış, sahte diplomayla kamu bankası yönetimine bile sokulmuş onca zatı muhteremin durumunu “kazanılmış hak” başlığına sokmak çok dahice!
Sonra, yapılan ihalelerde, sözleşmeyle çerçevesi belirlenen anlaşmalarda kazanılan paraların “haram lokma” olduğunu kim öne sürebilir?
Hepsi kitabına uydurulmuş mudur? Uydurulmuştur.
Zaten bu memlekette evelallah ekonominin kitabı yazılmıştır.
Lakin biz o kitabın nasıl yazıldığını gayet iyi biliyoruz.
Yani, demem o ki, bu işlerin hak, helallik çuvallarına tıkıştırılması mümkün değildir.
Bu toplum bu kepazelikle hesaplaşmak zorundadır ve ben hesaplaşacağına inanıyorum.
Büyük bir hesaplaşma olmaksızın bu topraklarda temiz bir toplum kurma hayalini kimse kuramaz.
Rejimi büyük sermaye için biraz restore edip kullanırlar, o kadar.
Öyle bir durumda da bizim kuşağımız çocuklarına devirli bir sefalet bırakarak, fukaralık içinde göçer gider.
Bunu mu istiyoruz?