Pençe-Kılıç operasyonu, emperyalistlerin “olur”u ve iktidarın gururu!

Pençe-Kılıç operasyonundan sonra yazılı ve görsel medyada “Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığı” ve “operasyonun başarısı” üzerine haber ve yorumlardan geçilmiyor.

Peki, Pençe-Kılıç operasyonu Türkiye’nin “terörle mücadele” adına düzenlediği kaçıncı sınır ötesi operasyon?

Her operasyondan sonra televizyon kanallarında haritaların başına geçerek operasyonun başarısını anlata anlata bitiremeyen ve şu kanal senin, bu kanal benim gezen “uzman”ların bile bu soruya tam yanıt verebileceğini sanmıyoruz.

Oysa son kırk yılda ardı sıra düzenlenen onlarca sınır ötesi operasyona rağmen sorun orta yerde duruyor. Çünkü sorun Türkiye’yi yönetenlerin iddia ettiği gibi “terör sorunu” değil, Kürt sorunudur. Çözümü de sınırların ötesine yapılacak operasyonlardan değil, içeride demokrasi ve özgürlüklerin sağlanmasından geçiyor.

Gelelim Pençe-Kılıç adı verilen son hava operasyonuna…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kuzey ve Doğu Suriye’ye (Rojava) yönelik yeni sınır ötesi operasyonu mayıs-haziran aylarında gündeme getirmişti. Ancak Erdoğan o dönem kara operasyonunu işaret etmiş olsa da bu konuda Rusya ve ABD’den beklediği desteği alamamıştı.

Putin, yeni operasyon için Türkiye’nin Suriye yönetimiyle görüşmesi gerektiğini söylemiş ve ondan sonra Erdoğan iktidarı cephesinden Esad yönetimi ile siyasi ilişkilerin yeniden kurulması yönünde girişimler başlatılmıştı.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik başvuruları üzerinden yapılan pazarlıklarda kimi küçük tavizler kopartılsa da operasyon konusunda ABD’den de istenen destek çıkmamıştı.

Ancak geçtiğimiz günlerde MİT’in ev sahiplinde CIA Direktörü Bill Burns ve Rus Dış İstihbarat Servisi (SVR) Başkanı Sergey Narışkin arasında gerçekleştirilen görüşme, Ukrayna savaşının yarattığı dengelere bağlı olarak Türkiye’nin üstlendiği rolü ve dolayısıyla bu güçler için önemini bir kez daha gösterdi.

Bu görüşmeyle ilgisi olsun ya da olmasın, sonuçta CIA ve SVR şeflerinin Ankara’da MİT’in ev sahipliğinde bir araya gelmesinden sonra hem Rusya ve hem de ABD, Suriye’de hava sahasını kendilerinin kontrol ettikleri bölgelerde Türkiye’nin hava operasyonu düzenlemesine ‘olur’ verdiler.

ABD’nin Erbil Başkonsolosluğunun operasyondan hemen önce “Irak ve Suriye’ye askeri operasyon yapılacağı ve bu nedenle vatandaşlarının sınır bölgelerinden uzak durması” çağrısını yapması ve yine operasyondan sonra ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü McGurk’ün “Türkiye’den Suriye’nin kuzeydoğusundaki durumu daha da istikrarsızlaştıracak bir şey yapmama garantisini istedikleri” açıklamasını yapması, ABD’nin bu operasyona verdiği sınırlı desteği ortaya koyuyor.

SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin de hava operasyonlarının sürebileceği ama şimdilik bir kara harekatı beklemedikleri açıklaması, ABD tarafından verilen bu sınırlı desteği doğruluyor.

Şu ana kadar operasyonla ilgili açıklama yapmamış olan Rusya’nın sessizliğinin ‘olur’ anlamına geldiğini önceki operasyonlardan biliyoruz. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in daha önceki operasyonlar için söylediği “Rusya hava sahasını açmasaydı bırakın el Bab’a ve Afrin’e girmeyi, insansız hava aracı bile uçuramazdık” açıklamasının bu son hava operasyonu için de geçerli olduğuna şüphe yok.

Burada hem ABD ve hem de Rusya’nın hava operasyonuna ‘olur’ vermiş olsalar da bugün için Türkiye’nin olası bir kara harekatına sıcak yaklaşmadıklarını söyleyebiliriz. Çünkü her iki emperyalist güç, Erdoğan iktidarını karşılarına almak istemiyor ama öte taraftan da Suriye’de kendi pozisyonlarını zora sokacak bir adım atmasının da önüne geçmeye çalışıyorlar. Olası bir kara operasyonu konusunda Suriye’de önemli bir askeri varlığı olan İran’ın da bu operasyona karşı alacağı tutumu göz ardı etmemek gerekiyor.

Sorunu çözmeyeceği ve dahası emperyalistlerin bu sorunu kendi çıkarları için kullanmalarına hizmet edeceği ortada olduğu halde Erdoğan’ın bu operasyonda ısrar etmesinin kendi politik ihtiyaçlarıyla bağlantılı olduğu biliniyor.

Öncelikle ekonomik ve siyasi sıkışmışlığı ortada olan Erdoğan yönetimi için “milli birlik” havası yaratmak ve halkı milliyetçi politikalara yedeklemek bakımından böylesi bir operasyon oldukça kullanışlı görünüyor.

Bu operasyonun, Taksim’de PKK/PYD/YPG yaptı denilen ama ipuçları ÖSO içindeki cihatçıları işaret eden terör saldırısıyla ilgili tartışmalar devam ederken yapılmış olmasına da özellikle dikkat çekmek gerekiyor.

Çünkü bu saldırı iktidarın yayılmacı emelleri doğrultusunda iş birliği yapıp desteklediği bu cihatçı grupların Türkiye için ne kadar büyük bir tehdit oluşturduklarını gösteriyor. Dolayısıyla bu operasyonun zamanlaması, aynı zamanda bu tartışmaların üstünü örtmek gibi bir amacı olduğunu da ortaya koyuyor.

Irak’ta PKK ve Suriye’de SDG/YPG’nin aynı operasyonda hedef alınmasının arkasında da bunların aslında aynı örgüt olduğunu gösterme hesabı bulunuyor.

6’lı masada bir araya gelmiş bulunan burjuva muhalefet partileri, Taksim saldırısının arkasındaki gerçeklerin ortaya çıkartılmasında ısrar etmek yerine “teröre lanet” korosuna katılmışlardı. Şimdi de her bakımdan iktidarın kendi ömrünü uzatmak için düzenlediği ortada olan bu operasyona karşı çıkmak yerine ardı sıra destek açıklamaları (İP ve Gelecek) yapıyorlar.

Bu durum, Erdoğan’ın böylesi operasyonları aynı zamanda burjuva muhalefeti zayıf karnı olan Kürt sorunu üzerinden vurmak için kullandığını ve kullanmaya devam edeceğini gösteriyor. Üstelik burjuva muhalefetin bu tutumu, iktidarın “terörle mücadele” adı altında HDP ve demokrasi güçlerine yönelik baskılarına da alan açıyor. Oysa emperyalistlerin ‘olur’uyla yapılan ve iktidarı gururlandıran bu operasyonlara karşı çıkılmadan ne ülkede demokrasi ve ne de bölgede barışı savunmak olanaklıdır.

Check Also

Go Big or Stay Home? A Framework for Understanding Terrorist Group Expansion

Abstract: Terrorist organizations are not monolithic entities when it comes to many different aspects of …